Sosyal Medya

Makale

Lokman Suresi Bağlamında Mugayyebât-ı Hamse [Beş Gayb] Konusu

Lokman suresinin son ayetinde meÅŸhur “Mugayyebât-ı Hamse” denilen ve “BeÅŸ Bilinmeyen” konuyu ihtiva eden ayetin meali ÅŸu ÅŸekildedir:

“Kıyâmet vakti hakkındaki bilgi, ancak Allah’ın katındadır. YaÄŸmuru O yaÄŸdırır, rahimlerde olanı O bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Yine hiç kimse nerede öleceÄŸini bilemez. Şüphesiz Allah, her ÅŸeyi bilendir, her ÅŸeyden haberdardır.” (1)

Bu mealden yola çıkarak ayetin sure bağlamı içinde kazanacağı mana bilinmeden yapılabilecek en makul yorumlardan biri şudur:

Ayette söz konusu edilen beÅŸ ÅŸeye “Mugayyebât-ı Hamse” yani, “BeÅŸ Gayb” yani, “Bilinemeyen BeÅŸ Åžey” denilmiÅŸtir. Meseleye bu açıdan bakıldığında insanların bilemeyeceÄŸi ÅŸeyler olarak nitelendirilen bu beÅŸ konunun, o gün için makul kabul edilse bile bugün için anlam kaybına uÄŸradığı zannı mevcuttur. Nitekim rahimlerde olan ÅŸey ile yaÄŸmurun yaÄŸması hadisesi, bugün az-çok bilinmektedir. Bu yüzden yaÄŸmurun yaÄŸması ile ilgili olarak “ihtimal” den uzak “kesin” bilgi, anne karnındaki çocukla ilgili olarak da onun var ya da yok olması veya erkek ya da diÅŸi olmasının da ötesinde karakter ve kiÅŸilik yapısıyla kaderini bilmek anlamına geldiÄŸi söylenmek zorunda kalınmıştır. Bu zorunluluk aslında pek çok açıdan doÄŸrudur. Bun kadar tafsilatı ancak Allah bilebilir. Şüphesiz onun bilgisi zandan uzak bir ÅŸekilde beÅŸerle kıyaslanamayacak derecede ayrıntı ve kesinlik içerir.

Allah’ın gizli/açık her ÅŸeyi bildiÄŸi düşünüldüğünde ilk bakışta makul gibi gelen bu anlamlar, Allah ile insan arasında neyin bilinip bilinemeyeceÄŸi türünden bir rekabet oluÅŸturması açısından tutarlılığını yitirmektedir. Burada kıyâmet saati ile yarın ne kazanılacağı arasına yer verilen cümleler yüzünden ayette geçen bütün konuların gaybe ait sayılması gerektiÄŸi düşünülmüştür. Nüzul ortamının ilmî seviyesinin bu anlamı desteklediÄŸini de gözden uzak tutmamak gerekir. Bu örnekler Kur’an’ı, yaÅŸanılan çaÄŸa ait ilmî yaklaşımların sözcüsü ya da kaynağı saymanın ne kadar tehlikeli olduÄŸunu gösterir. Hâlbuki bu konuların sadece ikisinin başında “ma tedrî” yani “hiç kimse bilemez” eki vardır. Kimse yarın ne kazanacağını ve nerede öleceÄŸini bilmez. Kimsenin bilemeyeceÄŸi iki konu budur. Ayrıca ayetin başında geçen “Kıyamet saati onun katındadır.” bilgisi de dikkate alınırsa asla bilinemeyecek “gayb” konuları üçe çıkar.

Bu sonuca uygun olarak konunun baÅŸlığı “BeÅŸ Bilinmeyenden Üçe” ÅŸeklinde verilebilir. Fakat ayetin son iki cümlesinin öncesindeki konuları da kapsayarak açıkladığı düşünüldüğünde yaÄŸmurun yaÄŸmasının veya çocuÄŸun doÄŸmasının, kiÅŸinin yarın ne kazanacağıyla ilgili olduÄŸu görülür. Buna göre insanın geleceÄŸini çerçeveleyen gayb konuları yine “BeÅŸ Bilinmeyen” ÅŸeklinde ele alınabilir.

Ayette Allah’ın her ÅŸeyi bilmesi ve haberdar olmasından kasıt, hesap vereceÄŸi düşüncesiyle insanda bir sorumluluk duygusu oluÅŸturmaktır. Nitekim Allah’ın burada dile getirilen vasıflarıyla insanların onun hakkındaki zanları arasında bir irtibat vardır. Müşriklerin sure içerisinde mevzu edilen sorunu her ne ise onlara verilen cevabın da buna uygun düşmesi gerekir.

Son ayetin manası, ilk muhatapları nezdinde onlara asla bilemeyecekleri beş ayrı gayb konusundan bahsetmek değildir. Buna göre yağmurun ne zaman yağacağı ya da anne karnındaki çocuğun erkek ya da dişi doğması gibi konular, surenin bağlamından onay almaz.

Aşağıda görüleceği gibi surenin son ayetinin doğru anlaşılması, bütününde ele alınan mesajla ilgilidir. Nitekim son kertede verilen bilgi, surenin başından itibaren taşınarak/örülerek getirilen anlamı sonuçlandırmaktadır. Şimdi surenin bağlamı dikkate alındığında son ayetin nasıl anlaşılması gerektiği üzerinde duralım.

Lokman Suresinin Bağlamı

1-3. Elif. Lâm. Mîm. Ä°ÅŸte bu ayetler, hikmet dolu Kitab’ın ayetleridir. Güzel davrananlar için bir hidayet rehberi ve rahmet olmak üzere (indirilmiÅŸtir). (2)

Kitap; güzel davrananlar, yani iyilik yapmayı kendilerine ÅŸiar edinenler için (هُدًى وَرَحْمَةً لِلْمُحْسِنٖينَ ) yol gösterici ve rahmet kaynağıdır. Nitekim Allah’ın rahmetinden yaralanmanın en doÄŸru yolu, onun vahyini takip etmektir. Vahyi kendileri için rehber edinen ve bu ÅŸekilde onun rahmetinden faydalanan kiÅŸilerin güzel davranışları veya bunlara kaynaklık eden sâikler bir sonraki ayette açıklanır.

4, 5. O kimseler, namazı kılarlar, zekâtı verirler; onlar ahirete de kesin olarak iman ederler. İşte onlar, Rableri tarafından gösterilmiş doğru yol üzeredirler ve onlar kurtuluşa erenlerdir.

Namaz, insanın kulluk sorumluluÄŸudur. Ve sadece Allah’ın önünde eÄŸileceÄŸini resmeder. Böylece bireysel özgürlüğü dile getirir.

Zekât, karşılıksız yardım etmenin, yani sahip olduklarını paylaşmanın adıdır. Dolayısıyla toplumda gerçekleşmesi gereken sosyal adaleti gündeme taşır.

Ahirete yakînen inanmak da hem kişisel özgürlüğü hem de toplumsal dayanışmayı zorunlu kılar. Zira hesap vereceği bilinci insanı sorumlu tutar.

Namaz, zekât ve ahirete imandan bahseden ayeti, birbirini tefsir eden ÅŸekilde de ele almak da mümkündür. Buna göre namaz, Allah’a kulluÄŸun gereÄŸidir. O’na kulluk etmek, sahip olduklarını paylaÅŸarak sosyal adaleti gerçekleÅŸtirmeyi gerektirir. Sosyal adalet ise ahirete iman edip hesap vereceÄŸine inanan kiÅŸilerin en önemli sorumluluklarından biridir.

6. İnsanlardan öylesi var ki, herhangi bir ilmî delile dayanmadan Allah yolundan saptırmak ve sonra da onunla alay etmek için boş lafı satın alır. İşte onlara rüsvay edici bir azap vardır.

Ayette dile getirilen Allah yolundan kasıt, bir önceki ayetteki namaz, zekât ve ahirete iman konularında içkindir. Bunlar, toplumda iyilik yapmaya, güzel davranmaya çalışan kiÅŸilerin eylemleridir. Namaz, sadece Allah’ı otorite tanıyıp onun önünde eÄŸilmeyi ve bu da kiÅŸinin sahip olduklarını baÅŸkalarıyla paylaÅŸmasını gerektirir. Ahirete yakînen inananların yapması gereken budur. Dolayısıyla Allah’ın yolu denildiÄŸinde, dile getirilen mesaj, namaz ve zekâtın toplumu ıslah eden yönleridir.

Yani;

Allah dışında veya yanı sıra kimsenin önünde eğilinmeyecek

Sosyal adalet her yerde geçerli olacak…

O hâlde

“Allah yolundan saptırmak ve sonra da onunla alay etmek”, toplumun bu yönde atacağı her adıma engel olmak anlamı taşır. Mamafih engel olmak için atılan adımlar da ayette boÅŸ söz (لَهْوَ الْحَدٖيثِ ) olarak tanımlanır. Bu aldatıcı sözler, kiÅŸilerin kendi çıkarlarını ve mevcut konumlarını korumak maksadıyla giriÅŸtikleri her türden spekülatif yaklaşımlardır. Bazen felsefi bir yorum, bazen kelime oyunları bazen de ideolojik yaklaşımlar bu boÅŸ sözleri tanımlar. Ki sure baÄŸlamında bu sözün ne olduÄŸundan ileriki ayetlerde bahsedilecektir.

Alay etmek ( وَيَتَّخِذَهَا هُزُوًا ) ise namaz ve zekâtın yansımalarını küçümsemek anlamı taşır.

7. Ona ayetlerimiz okunduğu zaman, sanki bunları işitmemiş, sanki kulaklarında ağırlık varmış gibi büyüklük taslayarak yüz çevirir. Sen de ona acıklı bir azabın müjdesini ver!

Özgürlük ve sosyal adaleti reddetmenin ve toplumda boy atmasına mani olmanın sebebi, insanın büyüklenme hissidir. Kendilerini müstağni gören kişiler, bu tür bağımsızlık söylemlerine karşı olabildiğince duyarsız davranır ve kendi çıkarları bulunmayan her çözüm önerisinden yüz çevirirler. Böylece toplumsal sorunlar altında ezilen insanlardan uzaklaşırlar. Onlara ilgisiz davrandıkları hakikat karşısında rezil olup büyük bir bedel ödeyecekleri duyurulmalıdır.

8, 9. Şüphesiz, iman edip de güzel davranışlarda bulunanlar için, içinde devamlı kalacakları ve nimetleri bol cennetler vardır. Bu, Allah’ın verdiÄŸi gerçek sözdür. O, mutlak güç ve hikmet sahibidir.

Büyüklenenlerin aksine vahyin asıl amacı, sadece özgürlük ve sosyal adaleti (eşitlik) savunan güzel davranışları sonuna kadar desteklemek ve mükâfatlandırmaktır.

İman edip sâlih amel işlemek, toplumun ıslahını düşünüp bunu gerçekleştirmek anlamına gelir. Özellikle sâlih amel bilindiği gibi kişisel ve toplumsal barışa hizmet eden eylemleri içerir. Bu açıklamayla ayet, muhataba yaşadığı doğru işler yapmasını teklif eder.

10. O, gökleri görebildiğiniz bir direk olmaksızın yarattı, sizi sarsmasın diye yere de ulu dağlar koydu ve orada her çeşit canlıyı yaydı. Biz gökyüzünden su indirip, orada her faydalı nebattan çift çift bitirdik.

Buradaki suyun işlevi, ayetin sonundaki yağmur ile ilişkilidir. Bilindiği gibi su, hayat demektir. Göğün bu şekilde yaratılması, dağların yeryüzündeki dengeyi sağlaması ve suyun işlevi, insanı hayatta tutan yönleriyle ona ne kadar değer verildiğini gösterir.

11. Ä°ÅŸte bunlar Allah’ın yarattıklarıdır. Åžimdi (ey kâfirler!) O’ndan baÅŸkasının ne yarattığını bana gösterin! Hayır (gösteremezler)! Zalimler açık bir sapıklık içindedirler.

Sonuç olarak, gökyüzünün direksiz durması, daÄŸların yeryüzünün dengesini saÄŸlaması ve suyun hayat vermesi, Allah’ın yaratması sayesindedir. Ondan baÅŸkasının bir ÅŸey yaratamıyor olması, yukarıdaki ayette bahsi geçen büyüklenmenin boÅŸ bir iÅŸ olduÄŸunu gösterir. Nitekim son ayette yer verilen yaÄŸmurun yaÄŸması ve anne karnındaki çocuk örnekleri de söz konusu yaratmanın bir sonucudur.

Hülasa

Buraya kadar özetlemek gerekirse;

Kitap; güzel davrananlar, için yol gösterici ve rahmet kaynağıdır.

Güzel davrananlar, hesap vereceklerine inandıkları için namaz kılar ve zekât verirler.

Namaz bireysel, zekât ise toplumsal sorumluluğu inşa eder.

Fakat

İnsanlardan kimisi bir delile dayanmaksızın Allah yolundan saptırmak için boş lafı satın alır.

Yani

Bireyi her türlü bağımlılıktan kurtarıp özgürleştirecek, toplumu ıslah edip sosyal adaleti gerçekleştirecek tedbirlere karşı çıkar, ilgisiz davranırlar.

Oysa

Gökyüzünü ve yeryüzünü insanın faydalanması için ölçülü bir şekilde yaratan, yağmur marifetiyle her türden bitkiyi canlandıran Allah, buna kayıtsız kalmamaktadır.

Surenin 21. ayeti, “Onlara ‘Allah’ın indirdiÄŸine uyun.’ dendiÄŸinde: Hayır, biz babalarımızı üzerinde bulduÄŸumuz yola uyarız, derler. Ya ÅŸeytan, onları alevli ateÅŸin azabına çağırıyor idiyse!” ÅŸeklindedir. Ä°ÅŸte, namaz ve zekâtın toplumu ıslah edecek yönlerine karşı çıkarak barış içinde yaÅŸamasına engel olan müstekbirlerin dile getirdikleri boÅŸ söz ( لَهْوَ الْحَدٖيثِ ) ve biraz sonra Lokman ve oÄŸlunun diyaloÄŸunun konuya katılmasının sebebi de budur.

12. Andolsun biz Lokman’a: Allah’a şükret! diyerek hikmet verdik. Şükreden ancak kendisi için şükretmiÅŸ olur. Nankörlük eden de bilsin ki, Allah hiçbir ÅŸeye muhtaç deÄŸildir, her türlü övgüye lâyıktır.

Ayette, “Şükreden ancak kendisi için şükretmiÅŸ olur.” denilmektedir. Buna göre şükretmek, insanın namaz ve zekât ile inandığını fiili olarak gerçekleÅŸtirmek istemesi, sadece Allah’ın önünde eÄŸilerek elindeki paylaÅŸması, yani sosyal adaleti saÄŸlamak istemesi anlamına gelir. Nihayet bunları yapan da kendisi için yapmış olur. Zira gerek namaz sayesinde oluÅŸacak bağımsız kiÅŸilik yapısı gerekse zekât marifetiyle gerçekleÅŸecek sosyal adaletten faydalanacak olan yine insanın bizzat kendisidir.

13-15. Lokman, oÄŸluna öğüt vererek: YavrucuÄŸum! Allah’a ortak koÅŸma! DoÄŸrusu ÅŸirk, büyük bir zulümdür, demiÅŸti. Biz insana, ana-babasına iyi davranmasını tavsiye etmiÅŸizdir. Çünkü anası onu nice sıkıntılara katlanarak taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur. (Ä°ÅŸte bunun için) önce bana, sonra da ana-babana şükret diye tavsiyede bulunmuÅŸuzdur. Dönüş ancak banadır. EÄŸer onlar seni, hakkında bilgin olmayan bir ÅŸeyi (körü körüne) bana ortak koÅŸman için zorlarlarsa, onlara itaat etme. Onlarla dünyada iyi geçin. Bana yönelenlerin yoluna uy. Sonunda dönüşünüz ancak banadır. O zaman size, yapmış olduklarınızı haber veririm.

Lokman’ın oÄŸluna tavsiyeleri, kiÅŸinin babasıyla nasıl bir iliÅŸki/diyalog içinde bulunması gerektiÄŸini anlatır. Buradaki ayetler, aile içi terbiyeyi dile getiren bir baba/ana-oÄŸul iliÅŸkisinden çok daha fazlasını ifade eder. Amaç, müşriklerin babalarını ve beraberinde atalarını öne sürerek yaptıkları suçlamaları geçersiz kılmaktır.

“O’ndan baÅŸkasının ne yarattığını bana gösterin!” ayeti, devamında “Anası onu nice sıkıntılara katlanarak taşımıştır.” ayetiyle örneklendirilir. Ardından gelen teÅŸekkürün önce Allah’a sonra anne-babaya yapılması istenir ki bu da “Şükreden ancak kendisi için şükretmiÅŸ olur.” ifadesinin açılımıdır. Nihayet anne-baba–çocuktan teÅŸkil edilen ailenin ve devamında toplumun saadeti, birbirlerine gösterecekleri saygı ve sevgiyle hemhâl olur.

Müstekbir müşrikler, babalarını ve onların süregelen uygulamalarını savunurken aslında kendilerini ve sahip olduklarını savunmaktadırlar. Muhafazakâr davranışlarının ve geleneğe sıkı sıkı bağlılıklarının altında sahip olduklarını koruma endişesi yatar. Onara göre babalara/atalara uymak, nemalandıkları mevcut durumu korumak, yani faydalandıkları sistemi savunmaktır.

Ayette şirke zorlama durumu hariç, kişinin babasına/atasına son derece saygılı olması gerektiği belirtildiğinde kâfir müşriklerin, vahyi suçlamaları için ellerinde bir gerekçe kalmaz.

Vahyin ÅŸirk barındırmadığı sürece geleneÄŸe karşı bir söylemi yoktur. Aksine Allah’ın yolu/dini, aileye ve atalara son derece saygılı davranmayı dile getirir. Ãœstelik Allah, “önce bana, sonra da ana-babana şükret.” diyerek anne-babaya iltifatı kendisinden hemen sonraya almaktadır.

Surede Lokman’a bu ÅŸekilde yer verilmesi, muhtemelen onun tarihte yaÅŸayan ve muhataplar nezdinde ata olarak bilinen yönüyle iliÅŸkilidir. Vahyin getirdikleri karşısında atalarının/babalarının yolunu savunanlara geçmiÅŸte Lokman’ın oÄŸluna yaptığı bu nasihatlerle öğüt verilir. Ve âdeta eÄŸer ata arıyor ve onların yolunu benimsiyorsanız iÅŸte size doÄŸru bir perspektif denilir. Nitekim tarihte olup bitenler içinde Mekkeli müşrikleri haklı çıkaracak karineler bulmanın mümkün olmadığı böylece ortaya çıkar.

16-19. (Lokman, öğütlerine devamla şöyle demişti:) Yavrucuğum! Yaptığın iş (iyilik veya kötülük), bir hardal tanesi ağırlığında bile olsa ve bu, bir kayanın içinde veya göklerde yahut yerin derinliklerinde bulunsa, yine de Allah onu (senin karşına) getirir. Doğrusu Allah, en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır.

Yavrucuğum! Namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış, başına gelenlere sabret. Doğrusu bunlar, azmedilmeye değer işlerdir. Küçümseyerek insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Zira Allah, kendini beğenmiş övünüp duran kimseleri asla sevmez. Yürüyüşünde tabiî ol, sesini alçalt. Unutma ki, seslerin en çirkini merkeplerin sesidir.

Önemli tek ÅŸey, “bir hardal tanesi ağırlığında bile olsa” iyilik yapmak ve deÄŸer üretmektir. Surenin başında bahsedilen güzel davranmaktan kasıt da budur. Zira namaz kiÅŸinin kendisine, zekât ise topluma sunduÄŸu bir katkıdır. Ve elbette namaz ve zekât dışında da iyilik yapmak için vesileler aramak gerekir.

Bu ayetler, namaz ve zekâtla hedeflenen ıslahı reddeden muhataplara, kendileri ve yaşadıkları toplum adına ne ürettiklerini sorar. Vahyin perspektifi, hiçbir şeyi küçümsemeden en ufak şeyleri dahi kayda almaktadır. Örneğin vahyin nasihatleri, kişinin anne-babasına sesini yükseltmesi veya çalım satarak yürümesi gibi insanın hayata bakışını resmeden küçük ama etkili örnekleri dahi ihmal etmemektedir.

Ä°yiliÄŸi emretmek, kötülükten vazgeçirmeye çalışmak, böbürlenerek insanları küçümsememek, bütün iliÅŸkilerde sesini alçaltmak, toplumu barışa götüren ıslah önerileridir. Ayette geçen “küçümseyerek insanlardan yüz çevirme” “yeryüzünde böbürlenerek yürüme”, “yürüyüşünde tabiî ol”, “sesini alçalt” gibi ifadeler, toplumsal barışı somut vakıa örnekleriyle inÅŸa etmeyi amaçlar. Böylece sosyal adalet ve barış önerileri, boÅŸ söz olmaktan çıkar.

Vahyin emrettiÄŸi bütün bu iyiliklere babalarını gündeme getirerek karşı çıkmak olacak ÅŸey deÄŸildir. Åžirk koÅŸmadıkları sürece Peygamber (sav)’in babaya, anneye veya atalara saygısında bir eksilme yoktur. Lokman ve oÄŸlundan yola çıkılarak verilen bu örnek müşriklerin kendi çıkarlarını korumak için ne kadar aldatıcı davrandıklarını gösterir.

20. Allah’ın, göklerde ve yerdeki (nice varlık ve imkânları) sizin emrinize verdiÄŸini, nimetlerini açık ve gizli olarak size bolca ihsan ettiÄŸini görmediniz mi? Yine de, insanlar içinde, -bilgisi, rehberi ve aydınlatıcı bir kitabı yokken- Allah hakkında tartışan kimseler vardır.

Tabiatın bütünüyle insana hizmet eder şekilde yaratılması, Allah hakkında tartışmaya mahal bırakmaz. Fakat çevresini saran bu ölçülü hâle rağmen insan, menfaatine dokunduğunda Allah hakkında yanıltıcı görüşler benimsemek ve yaymaktan geri durmamaktadır.

Allah, yarattığı her ÅŸeyi insanın emrine vermiÅŸ ve böylece ona deÄŸer verdiÄŸini yeterince göstermiÅŸtir. Ayet, insanın emrine bol nimet verildiÄŸi bilgisinden hemen sonra Allah hakkında yapılan asılsız/delilsiz tartışmalardan bahsettiÄŸine göre buradaki sorun yokluÄŸun Allah’ın takdiriyle iliÅŸkilendirilmesi olmalıdır. Bolca verilmesine raÄŸmen nimetlerden yararlanamayan kiÅŸilerin, ayetin muhatabının bütün insanlar olduÄŸunu düşünmeleri gerekirken Allah’ı zan altında bırakan tartışmalara girmeleri doÄŸru bulunmamıştır.

21. Onlara ‘Allah’ın indirdiÄŸine uyun.’ dendiÄŸinde: Hayır, biz babalarımızı üzerinde bulduÄŸumuz yola uyarız, derler. Ya ÅŸeytan, onları alevli ateÅŸin azabına çağırıyor idiyse!

Ä°ÅŸte asıl boÅŸ, söz bu ayette dile getirilir. ( بَلْ نَتَّبِعُ مَا وَجَدْنَا عَلَيْهِ اٰبَاءَنَا ) “Hayır, biz babalarımızı üzerinde bulduÄŸumuz yola uyarız.” ifadesi, namaz ve zekâtla toplumu ıslah etmenin önüne engel olarak çıkarılan gerekçedir. Oysa kimse müşriklerden babalarını inkâr etmelerini istememektedir. Onlara gereken saygı şüphesiz gösterilmelidir. Ancak onların yaptıkları yanlışlıkların sorgusuz sualsiz kabul edilmesi nasıl beklenebilir! Ya da “alevli ateÅŸin azabına çağıran” bir yol üzerinde durmuÅŸlar ve kötülük üreten ÅŸeytanca uygulamalara imza atmışlarsa bu kabul edilebilir mi?

“Allah’ın indirdiÄŸine uyun.” emri, “Ancak bu takdirde bol nimetlerden faydalanabileceksiniz.” manası taşır. Bundan kasıt, sure baÄŸlamında öncelikle namaz ve zekâttır. Babalarının yolunu savunmak ise Allah hakkında doÄŸru bilgiye sahip olmamaktan kaynaklanır. Allah’ın insanları açlık ve güvenlik sorunlarıyla baÅŸ baÅŸa bıraktığı ya da onların özgürlüğüne engel olacak ÅŸekilde baÅŸkalarının önünde küçük düşmelerini istediÄŸi nasıl düşünülebilir!

22. Ä°yi davranışlar içinde kendini bütünüyle Allah’a veren kimse, gerçekten en saÄŸlam kulpa yapışmıştır. Zaten bütün iÅŸlerin sonu Allah’a varır.

Anne-baba ve onların arkasında yer alan ataların doÄŸrularına sahip çıkmak, yanlışlarını da kendilerine iade etmek gerekir. Zira Allah’a hesap verme bilinci, yanlış iÅŸleri reddetmeyi zaruri kılar. Ä°ÅŸte kiÅŸinin yapışacağı saÄŸlam kulp, iyilik yaparak yüzünü bütünüyle özgür ve adil bir iÅŸleyiÅŸe çevirmektir.

23, 24. (Resulüm!) İnkâr edenin inkârı seni üzmesin. Onların dönüşü ancak bizedir. İşte o zaman yaptıklarını kendilerine haber veririz. Allah kalplerde olanı şüphesiz çok iyi bilir. Onları biraz faydalandırır, sonra kendilerini ağır bir azaba sürükleriz.

Eninde sonunda insana yaptıkları haber verilecektir. Ona körü körüne babalarına/atalarına sarılmasının ya da bunu bahane etmesinin ne anlama geldiğini anlatılacaktır. Bu da şimdiden akletmesi hâlinde doğru olanı göreceği anlamına gelir.

25, 26. Andolsun ki onlara, ‘Gökleri ve yeri kim yarattı?’ diye sorsan, mutlaka ‘Allah…’ derler. De ki: (Öyleyse) övgü de yalnız Allah’a mahsustur, ama onların çoÄŸu bilmezler. Göklerde ve yerde ne varsa, hepsi Allah’ındır. Bilinmeli ki, asıl ganî ve övülmeye lâyık olan Allah’tır.

Müşrikler, babalarının yoluna uymayı ve geleneği kayıtsız şartsız takip etmeyi inatla savunurlar. Çünkü bu işlerine gelir. Kendi menfaatlerini gözetip doğru bilgiye karşı çıkarken Allah demeleri de bir değer ifade etmez. Allah diyenin kulluğu da ona yapması gerekir. Nitekim hamd etmenin, şükrün yanı sıra kulluk etmeyi de çağrıştırdığı bilinmektedir. Aynı zamanda yaratma emretme hakkına da beraberinde getirir. (3)

“Göklerde ve yerde ne varsa, hepsi Allah’ındır.” ayeti, müşriklere elde ettikleri ve vahÅŸice savundukları mülklerinin asıl sahibini hatırlatır. Buna göre övülmeye layık olan onlar veya babaları deÄŸil Allah’tır. BaÅŸka bir ifade ile onların Allah demelerine raÄŸmen gereÄŸini yerine getirmemeleri, servetleriyle övünerek büyüklenmelerinden kaynaklanır.

27. Åžayet yeryüzündeki aÄŸaçlar kalem, deniz de arkasından yedi deniz katılarak (mürekkep olsa) yine Allah’ın sözleri (yazmakla) tükenmez. Şüphe yok ki Allah mutlak galip ve hikmet sahibidir.

BoÅŸ söz ( لَهْوَ الْحَدٖيثِ ) burada bir kez daha gündeme gelir. Müşrikler, vahyin doÄŸrularına babalarını/atalarını savunan boÅŸ sözlerle karşı çıkarlar. Bu anlamda muhafazakârlıktan geleneÄŸe, milli ve manevi tezlerden felsefi düşüncelere kadar pek çok lakırdı üretirler. Elbette bunlar hakikatin gücü karşısında boÅŸ ve anlamsız sözlerdir. Zira ÅŸirk koÅŸmaya zorlamadıkları sürece vahyin anne-baba ve atalara karşı bir tavrı asla söz konusu deÄŸildir.

EÄŸer geçmiÅŸ ve tarih insana bir katkı saÄŸlayacak ve onu ayakta tutmaya, onurunu korumaya yarayacak deliller üretecekse bu Allah’ın sözleri arasında zaten vardır. Kitap dışında yer alan bütün doÄŸrular da onun sözleri sayılır. Nihayet her ÅŸeyi belli bir ölçüye göre yaratan sahip olunabilecek bütün deÄŸerleri var eden O’dur. Bütün aÄŸaçlar kalem ve yedi deniz de mürekkep olsa O’nun sözlerinin bitmemesi bu anlama gelir.

BaÅŸka bir açıdan her yaratılış O’nun bir sözüdür. Dolayısıyla bütün doÄŸru çıkarımlar ondan neÅŸet eder. Bu nedenle mutlak galip ve her ÅŸeyi yerli yerince eyleyen yine O’dur.

O hâlde müşrikler O’na raÄŸmen bir hakikat bilgisine ulaÅŸamaz ve kitabi veya kevnî ayetler dışında onu aciz bırakacak ilme dayalı bir delil de bulamazlar. Öyleyse babalarını/atalarını bahane ederek Peygamber (sav)’e karşı gelmek, gerçek bir budalalıktır.

28-30. (Ä°nsanlar!) Sizin yaratılmanız ve diriltilmeniz, ancak tek bir kiÅŸinin yaratılması ve diriltilmesi gibidir. Unutulmasın ki, Allah her ÅŸeyi bilen ve görendir. Bilmez misin ki Allah, geceyi gündüze ve gündüzü geceye katmaktadır. GüneÅŸi ve ayı da buyruÄŸu altına almıştır. Bunların her biri belli bir vadeye kadar hareketine devam eder. Ve Allah, yaptıklarınızdan tamamen haberdardır. Çünkü Allah, hakkın ta kendisidir; O’ndan baÅŸka taptıkları ise hiç şüphesiz bâtıldır. Gerçekten Allah çok yüce, çok uludur.

Ve sonunda insanın yaptığı her şey hesap konusu edilecektir. Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı emrine buyun eğdiren ve onlara bir vade belirleyen Allah, insana da ölüp dirilip hesap vereceği bir vakit tayin etmiştir. O, gerçeğin ta kendisidir.

“O’ndan baÅŸka taptıkları”, ifadesi, muhatapları müşrik olarak nitelemeyi haklı çıkarır. Onların “Allah” dedikleri hâlde hamdi O’na layık görmemeleri, yani kulluk etmemeleri bu ÅŸekilde izah edilir.

31, 32. Size varlığının delillerini göstermesi için, Allah’ın lütfuyla gemilerin denizde yüzdüğünü görmedin mi? Şüphesiz bunda, çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır. DaÄŸlar gibi dalgalar onları kuÅŸattığı zaman, dini tamamen Allah’a has kılarak (ihlâsla) O’na yalvarırlar. Allah onları karaya çıkararak kurtardığı vakit içlerinden bir kısmı orta yolu tutar. Zaten bizim ayetlerimizi, ancak nankör hainler bilerek inkâr eder.

Ayette muktesid ( مُقْتَصِدٌ ) kelimesine verilen anlamlar birbirinden farklıdır. Bu fiile; orta yolu tutmak, doÄŸru yolu tutmak, Allah’a yönelmeyi kısmak (gevÅŸetmek) ya da inanmakla inkâr etmek arasında kalmak gibi birbirinden farklı anlamlar verilmiÅŸtir. Yukarıdaki mealde “orta yol” ÅŸeklinde açıklanmıştır. Oysa surenin baÄŸlamı ve ayetin anlam akışı bu manayı haklı çıkarmaz.

Ä°nsanı daÄŸlar gibi dalgaların kuÅŸattığı zaman, öleceÄŸini zannettiÄŸi andır. BilindiÄŸi gibi bu an, bütün mazeretlerin sıfırlandığı, her türlü maskenin düştüğü vakittir. Bu anda kiÅŸinin dini tamamen Allah’a has kılması, bildiÄŸi bütün hurafeleri, aracıları ve kültürel renklerle örülmüş mahalli baskıları terk edip sadece Allah’ın kendisini kurtarabileceÄŸini anlamasıdır. Bu nedenle yalnız ona yalvarır. Ve sadece ‘Allah’ der. Fakat karaya çıkıp kurtulduÄŸunda bu samimi ve saf hâlinden çarçabuk vazgeçer. Bu çıkarcı insanın kendisini güvende hissettiÄŸinde ilk anda yaptığı ÅŸey, doÄŸru yolu veya orta yolu tutmak olabilir mi? Tabii ki hayır.

Ayetin muhatabı kınayan olumsuz çerçevesi düşünüldüğünde meallerde verilen anlamlar itibariyle bu kişi için iki uygun karşılık (iki olumsuz tavır) düşünülebilir ki bunlar da şu anlamlardır:

Ya inanmak ile inkâr etmek arasında kalıverir veya Allah’a yönelmeyi kısar, gevÅŸetir. (4)

Nitekim aynı ayetin sonu, “Zaten bizim ayetlerimizi, ancak nankör hainler bilerek inkâr eder.” ÅŸeklinde biter. Buna göre bir önceki tavrı nasıl anlamak gerektiÄŸi ortaya çıkar. Bu müşrik kiÅŸi, öleceÄŸini zannettiÄŸi o zor anında aracıları yok sayarak dini sadece Allah’a has kılar ama kurtulduÄŸunda biraz önce yalvardığını unutarak ilk hâlinden dönüş yapar. Buna hainlik denir. Öyleyse muktesid fiili, olumsuz anlamda kiÅŸinin doÄŸru yoldan uzaklaÅŸtığını, yani Allah’a yönelmeyi kıstığını ifade eder. (5)

Eğer bu kişinin orta yolu tutmasından bahsedilecekse bu tavır, olumsuz anlamda inanmakla inkâr etmek arasında bocalamak şeklinde anlaşılır. (6) Elbette buna da inkâr etmek denir. Malum kişinin içinde derin bir şüphe taşıdığı ve her seferinde kendi faydasına gördüğü şekilde fırsatçı davrandığı, bu fiille gösterilmek istenmiştir. Buradan çıkarılacak özel ders, bu tür bir fırsatçılığın netice itibariyle kişiye faydasının dokunmayacağıdır. İnsandan beklenen ilkeli ve onurlu davranması, şartlara göre eğilip bükülmemesidir. Muhtemelen insanın bu ikircikli tavrı, Allah hakkındaki yanlış veya eksik bilgilerinden kaynaklanmaktadır ki bir sonraki ayet de buna değinecektir.

Burada sure içerisinde dikkat edilmesi gereken bir husus da şudur:

Gökleri görebildiğiniz bir direk olmaksızın yaratması,

Sarsılmasın diye yere ulu dağlar koyması,

Yeryüzünde her çeşit canlıyı yayması,

Gökyüzünden su indirip, orada her faydalı nebattan çift çift bitirmesi,

Göklerde ve yerdeki (nice varlık ve imkânları) insanın emrine vermesi,

Nimetlerini açık ve gizli olarak bolca ihsan etmesi,

Geceyi gündüze ve gündüzü geceye katması,

Güneşi ve ayı da buyruğu altına alması,

Yarattıklarının her birine belli bir vade koyması,

Gemileri denizde yüzdürmesi, ifadelerinin hepsi sonuçları itibariyle yaratmanın insana nasıl bir fayda saÄŸladığını gösterir. Seçilen örnekler, Allah hakkında doÄŸru bilgi edinmeyi saÄŸladığı gibi O’nun yaratmakla kalmayıp bir ölçü ve amaç gözettiÄŸini de ilan eder. Övülmeyi ve kulluk edilmeyi hak etmek budur. Dolayısıyla onu sadece yaratıcı kabul etmek nasıl doÄŸru olabilir!

33. Ey Ä°nsanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Ne babanın evlâdı, ne evlâdın babası namına bir ÅŸey ödeyemeyeceÄŸi günden çekinin. Bilin ki, Allah’ın verdiÄŸi söz gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmazsın ve ÅŸeytan, Allah’ın affına güvendirerek sizi kandırmasın.

Ayetin “Ey Ä°nsanlar!” diyerek baÅŸlaması, bu cehaletin müminlerle ilgisinin direk kurulamayacağını ve müşrik muhataba kendisini düzeltme imkânı tanındığını gösterir. (7)

Dünyanın aldatması, beraberinde insanın menfaatlerinin kiÅŸiyi yoldan çıkmaya zorlamasıyla sonuçlanır. Akabinde insan, çıkarlarına uygun ÅŸekilde bir ilah tasavvuru geliÅŸtirir. Bu ÅŸekilde yanlış Allah düşüncesiyle aldanmak müşriklere ait bir olgudur. Müminler, Rablerini kendisini Kur’an’da tanıttığı gibi öğrenir, bilir ve onu bütün çıkar iliÅŸkilerinden tenzih ederler. Nihayet kurtulduÄŸu ilk anda Allah’ı unutmak ya da iman ile inkâr arasında orta bir yol tutmak düşünmeksizin zevkleri peÅŸinde koÅŸan insanlara yakışır.

Nihayet burada aldanmanın en can alıcı şekli, insanın Allah hakkındaki yanlış ve eksik düşünceleridir. Bu tür bilgi kirliliği, ekseriyetle müşriklerde bulunur. Dolayısıyla Allah hakkında aldanmaktan kasıt, onun hakkında yeterli bir bilgisi, rehberi ve özellikle vahyin belirleyiciliği olmaksızın konuşmaktır.

“Åžeytan, Allah’ın affına güvendirerek sizi kandırmasın.” ayeti, bu mealde ilk muhatabın müminler olduÄŸu intibaını verir. Hâlbuki buradaki muhatap, “Allah” dediÄŸi hâlde O’na hamd etmeyen, sıkıntıdan kurtulduÄŸu ilk anda ondan uzaklaÅŸan, namaz ve zekâtla toplumu ıslah çabalarına karşı çıkarak babalarının yolunu ısrarla izlemeyi sürdüren kiÅŸilerdir. Bu anlamda Allah’ın affına güvenmek de aldanmanın bir çeÅŸididir. Ancak bu tür bir aldanış, “Hakikati inkâr edenler de yaptıklarının karşılığını mutlak göreceklerdir.” ÅŸeklinde sözü edilen vaatlerden sadece biridir. DiÄŸerlerini kapsamaz.

Atalarına sığınmak veya onların yolunu tutmakla övünmek insanı kurtaramayacaktır. Dünya hayatının cazibesi, insanı yoldan çıkarıp doÄŸru bilgilerden yüz çevirmesini saÄŸlayabilir. Nitekim müşriklerin yaptığı da budur. Allah’ın affediciliÄŸi, özgürlük ve sosyal adalete inananlar için geçerlidir. Bunlara inatla karşı çıkanlar için deÄŸil.

Ayetin muhataplarının insanlar olması, buradan müminlerin kendileri için ders çıkarmasına engel deÄŸildir. Ancak kendilerini Allah hakkında kandıranlar da müminler deÄŸil bilakis yanlış ve eksik tasavvurlarıyla kâfir ve müşriklerdir. Bu anlamda müminlerin Allah hakkında doÄŸru düşünmeleri imanlarının gereÄŸidir. Bu nedenle meal “…O aldatıcı, sakın sizi Allah ile aldatmasın!” ÅŸeklinde verilmemelidir. Çünkü burada müminler adına bir “Allah ile aldanma” dan söz edilemez. (8) Burada baÄŸlamın da gösterdiÄŸi gibi sözlerini (va’adlerini) yerine getirip getirmeyeceÄŸi hususunda bazı insanların “Allah hakkındaki yanlış düşünceleri” sebebiyle aldanmaları söz konusudur. Ki bu hâl, kendisini düzeltmediÄŸi zaman belki birkaç adım sonra muhatabını insan diye anılmaktan çıkarıp müşrik/kâfir durumuna sokacaktır.

Öyleyse doÄŸru meal, “Allah hakkındaki yanlış düşüncelerinizin sizi ayartıp kandırmasına izin vermeyin.” ÅŸeklinde verilmelidir ki bu da söz konusu bâtıl düşüncelerden hemen vazgeçin anlamına gelir.

34. Kıyâmet vakti hakkındaki bilgi, ancak Allah’ın katındadır. YaÄŸmuru O yaÄŸdırır, rahimlerde olanı O bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Yine hiç kimse nerede öleceÄŸini bilemez. Şüphesiz Allah, her ÅŸeyi bilendir, her ÅŸeyden haberdardır.

Şüphesiz bu son ayetin anlamı, anlam akışına uygun olarak surenin bağlamının gerektirdiği çerçevede ele alınmalıdır.

Onlar şirk koştukları için;

Yani

Hamdi O’na layık görmedikleri,

“Allah” dedikleri halde kulluÄŸu O’na yakıştırmadıkları,

Yani

Toplumu ıslah eden namaz ve zekâta karşı çıktıkları,

Yani

Şahsi menfaatlerini terk edemedikleri için inatla muhalefet etmektedirler.

KiÅŸinin özgürlüğünü, yani Allah’tan baÅŸkası önünde eÄŸilmemesi gerektiÄŸini gösteren namaz ve yine elindekileri baÅŸkalarıyla paylaÅŸmasının önemini vurgulayan zekât, ahirete yakînen iman etmenin açılımlarıdırlar. Burada bütün amaç, kendi arasında dayanışan ve kula kulluk yapmayan özgür bireylerden oluÅŸan bir toplum inÅŸa etmektir.

BaÅŸtan itibaren muhatap da vahiyle gelen bilgilere babalarının/atalarının geleneksel kabullerini dayatarak karşı çıkan müşrik zihindir. Yaratıcı olarak Allah’ı tasdik etmelerine raÄŸmen kulluÄŸu (hamd) ona layık görmeyen kiÅŸilerin sahip oldukları konumu muhafaza etmek için bu ÅŸekilde bir söylem oluÅŸturdukları da aÅŸikârdır. Ä°nkâr barındıran bu karşı tez, Allah tarafından boÅŸ söz ÅŸeklinde nitelenir.

Müşriklerin babalarının yolunu takip etme ısrarı, vahyi rehber edinen muhataplarını suçlayıcı bir içerik kazanır. Onlar, müminleri geleneksel kabullerini yok sayarak atalarına saygısız davranmakla suçlamaktadırlar. Buna karşılık ÅŸirk koÅŸmaya zorlamadıkları sürece böyle bir saygısızlığın asla düşünülemeyeceÄŸi dile getirilerek Lokman’ın oÄŸluna öğütleri devreye sokulur. Ardından babanın evlâdına, evlâdın da babası namına bir fayda saÄŸlayamayacağı vurgusuyla hesap günü hatırlatılır. (9)

Son olarak önce dünya hayatının insanı ayarttığı ve asıl inkârın bu sapmadan kaynaklandığı belirtilir. Sonra ikinci bir sebep daha ifade edilir. Bu da Allah hakkında insanın aldanmasıdır. Ä°ÅŸte bu açıklamadan hemen sonra Allah’ın vasıflarından bir kaçı gündeme taşınarak ÅŸaşırmaması için insanın dikkati çekilir.

Ayet, babalarının yolunu savunanlara Allah’ı tanıtırken beÅŸ ayrı konu üzerinde durur.

“Kıyâmet vakti hakkındaki bilgi, ancak Allah’ın katındadır.” (10)

Ayet bu içerikle hem “Anında cezalandırılmıyor olmanız hakikati deÄŸiÅŸtirmez.” hem de “Mutlaka hesap vereceksiniz.” demiÅŸ olur.

“YaÄŸmuru O yaÄŸdırır.” (11)

Bu ifade yukarıda sözü edilen su vurgusuyla beraber “Her ÅŸeye hayat veren odur.” manası taşır.

“Rahimlerde olanı O bilir.” (12)

Burada “Sizin atalarınızla beraber çoÄŸalıp nesep oluÅŸturmanıza imkân veren de O’dur.” denir.

“Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez.” (13)

Ayet, “Kimse sahip olduklarını ebediyen taşıyamaz. Öyleyse kâr edeceÄŸim ümidiyle hakikate karşı çıkmanın hiçbir faydası olmayacak.” manasına gelir.

“Yine hiç kimse nerede öleceÄŸini bilemez.” (14)

Bu ifade “EÄŸer toprak bir deÄŸer ifade ediyorsa bu bütün yeryüzü için geçerlidir. Öyleyse topraÄŸa yapışmaktan daha önemli olan ÅŸey, hakikati savunmaktır. Nerede öleceÄŸini bilemeyen insanın dünyaya kazık çakması budalalıktan baÅŸka bir ÅŸey deÄŸildir.” der.

“YaÄŸmuru O yaÄŸdırır.” ve “Rahimlerde olanı O bilir.” ayetleri, insanın gerek kendi nefsinde (enfüs) gerekse çevresinde yer alan dış dünyada (âfak), hayat bulan her ÅŸeyin Allah’ın elinden çıktığını görüp düşünmesi istenir. (15)

Son ayet, asla bilinemeyecek iki konuya vurgu yapar. Bunlar, onların yarın ne kazanacakları ve nerede ölecekleri bilgisidir. Kişinin ne kazanacağı önce dünyadaki konumunu sonra da ahiretteki durumunu gündeme getirir. Çıkarları için hakikati reddedenlerin mevcut servetlerini muhafaza etmeye yönelik çabaları, bunların kalıcı olmadığı yaklaşımıyla dengelenir. Yarınki kazanç, ancak onların adil yaklaşımlarıyla bereket kazanabilir. O hâlde onlar için babalarının yolunu körü körüne izlemeleri çok sağlıklı değildir. Nerede ölecekleri meselesi de böyledir. İnsan, hayatın kendisini nerelere savuracağını bilemez. Bu nedenle, özgürlüğü ve adaleti yok sayarak toprağa, servete ve geleneksel yapıya bu derece sarılmak doğru olabilir mi?

Gelenek, örf, adet, bir toplumun uzun süre biriktirdiği, insanları bir arada tutan uygulamaların adıdır. Dolayısıyla bir çırpıda terk edilemeyecek kadar önemli sonuçları vardır. Bu nedenle bilindiği gibi dinin hüküm verirken gözettiği fıkhî ölçüler içinde bunlar da kullanılır. Ancak tarihi seyir içinde toplumun kazandığı yapı, zamanla müstekbir insanların elinde kendilerini kuruyacak kalelere de dönüşebilmektedir. Buna göre herhangi bir kabulün şirke yani haksızlığa veya zulme yol açıp açmadığına bakmak gerekir. Mesela sure bağlamında namaz ve özellikle zekâtın işlevselliğine kapıyı kapatanlar sahip olduklarını paylaşmadıkları, toplumsal sorunlara ilgisiz kaldıkları için eleştirilirler. Şirk koşan bu kişilerin atalarını ileri sürerek nemalandıkları mevcut statükoyu savunmaları doğru bulunmamaktadır. Elindekileri paylaşmamayı haklı çıkaracak tarihi bir arka plan nasıl bulunabilir? O hâlde toplumsal sorunlara ilgisiz kalmakla ataların yolunu izlemek aynı düzlemde buluşmamalıdır. Buna göre vahyin, zekât emrine rağmen, açlık ve güvenlik endişelerine gözünü kapamak, insanı şirke kadar götüren bir işleve sahiptir.

Dünya üzerindeki pek çok sorun, insanların menfaatlerine uygun düştüğü için uydurdukları ideolojilere sıkı sıkıya baÄŸlanmalarından neÅŸet eder. Bütün insanları kucaklamadığı ve haksızlığa karşı çıkmadığı sürece gayrı meÅŸru ve sadece belli zümrelerin çıkar iliÅŸkilerine dayanan bu iddialar, boÅŸ söz olmaktan öteye geçmez. Hem “Allah” demek hem de serveti tekelleÅŸtirip sömürüye konu edinmek mümkün deÄŸildir. Özgürlük ve sosyal adaleti saÄŸlamayan sistemler, hakikat kasışında kendilerini koruyacak güvenilir deliller ve saÄŸlam bir kulp da bulamaz.

Son ayet, içerikleri doÄŸru düşünüldüğü ve baÄŸlamdan onay aldığı takdirde insanın güç yetiremeyeceÄŸi beÅŸ konu üzerinde durur. Burada yaÄŸmurun yaÄŸması meselesinin hava tahmini yapmakla; anne karnındaki çocuÄŸun varlığı da onun cinsiyetini tespit etmekle ilgisi yoktur. Biri âleme hayat bahÅŸetmek, diÄŸeri insanın nesebini inÅŸa etmekle alakalıdır. KiÅŸiyi anne karnından baÅŸlayarak sülale oluÅŸturacak evrelere kadar bütün aÅŸamalarda inÅŸa ve ihya eden Allah’tır. Dolayısıyla insanın atası da bu yaratmanın bir parçasıdır. Ä°nsanın çoÄŸalıp nesep oluÅŸturmasına imkân veren bu merhalelerde Allah dışında veya yanı sıra yaratıcı bir irade yoktur. Hiçbir aÅŸamasında pay sahibi olmadığı bir iÅŸleyiÅŸi, vahye muhalefet etmek için kullanan zihnin, boÅŸ bir eylemde bulunduÄŸu ise çok açıktır.

O hâlde bütün surenin olduğu gibi son ayetin de ilk muhatabı müşriklerdir. Dünyanın cazibesine kapılan ve Allah hakkında doğru düşünmeyen onlardır.

Lokman suresi, özgürlüğü ve adaleti gözetmediÄŸi sürece kiÅŸinin babasının yolundan gitmesinin onu nihai anlamda kurtaramayacağını ilan eder. Geleneksel kabuller elbette önemlidir. Ancak bunlar insanları mazlum konuma sokan ÅŸirk barındırmadığı sürece…

 

Dipnotlar

(1) Lokman suresi, 34. ayet. (Diyânet Vakfı Meali)

(2) Bu makâlede Lokman suresinin metni, Diyânet Vakfı Mealinden seçilmiştir.

(3) Bknz: A’raf suresi, 54. ayet.

(4) Bknz: M. Esed Meali. Diyânet Vakfı Meali’nde ifade, “içlerinden bir kısmı orta yolu tutar.” ÅŸeklindedir. Bununla anlatılmak istenen söz konusu insanların bir kısmının yoldan saptığı ise meal “içlerinden ancak bir kısmı orta yolu tutar.” diye verilmelidir. Nitekim ayetin öncesi ve sonrasıyla sure bütünü bu olumsuz manayı ortaya çıkarmayı hedefler.

(5) “Muktesid” kelimesi, ya küfürde orta yolu tutanlar ya da ihlâsta orta yolu tutanlar ÅŸeklinde anlaşılmıştır. (Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, c. 18, s. 180.); “Allah onları karaya çıkararak kurtardığı vakit içlerinden bir kısmı orta yolu tutar.” ayeti hakkında Ä°bn Abbas (ra)’ın “Denizdeyken yüce Allah’a vermiÅŸ olduÄŸu sözü yerine getirir.” dediÄŸi nakledilmiÅŸtir. en-NekkaÅŸ’ın da bu konuda: “Yani o verdiÄŸi sözde sebat gös¬terir, karada da denizde iken yüce Allah’a vermiÅŸ olduÄŸu sözü eksiksiz yerine getirir.” dediÄŸi rivayet edilir. el-Hasen’e göre “orta yolu tutar” ifadesinden kasıt, tevhid ve itaate sımsıkı sarılmaktır. Mücâhid’in ise bu hususta “SöylediÄŸi sözde ‘orta yolu tutar’, fakat içinde küf¬rü gizler, dediÄŸi belirtilir. Bu ifadede hazf bulunduÄŸu da söylenmiÅŸtir ki buna göre anlam “Onlardan kim¬ileri orta yolu tutar, kimileri de kâfir olur.” ÅŸeklinde açıklanmıştır. (Kurtubî, El-Câmi’u Li-Ahkâmi’l-Kur’an, c. 13, s. 557-559.); Mevdudî bu ayet ve ilgili kelime hakkında ÅŸunları ifade eder: “ ‘Ä°ktisad’ın sözlük anlamı, sadık (doÄŸru) olmak anlamına da, mutedil olmak anlamına da gelebilir. Birinci anlamında ayet ÅŸu demek olur: ‘Onlardan yalnızca birkaçı fırtınaya tutulduklarında izlemeye söz verdikleri tevhid üzere kalır ve kıyıya çıktıktan sonra da sadıklardan olurlar.’ EÄŸer mutedil anlamında alınırsa ayet ÅŸu demek olur. ‘Onlardan bir kısmı dinsizlik ve ÅŸirklerinde daha mutedil, daha esnek bir tavır alır yahut felaket ihtimalinin etkisiyle eski inançlarına olan coÅŸku ve baÄŸlılıklarının bir kısmını yitirir.’ Pek muhtemeldir ki Allah bu anlam yüklü ibareyi iki durumu da aynı anda ima etmek için kullanmış olsun. Gaye muhtemelen bir deniz kasırgası esnasında herkesin zihninin kendiliÄŸinden rayına oturduÄŸuna ve herkesin dinsizlik ve ÅŸirkten vazgeçip bir olan Allah’tan yardım istediÄŸine iÅŸaret etmektir. Fakat emniyet içinde kıyıya varır varmaz içlerinde pek azı bu tecrübeden ders ve ibret almış görünür. Dahası bu küçük topluluk üç gruba ayrılır: Kıyıya çıktıktan sonra da bu inanca sadık kalanlar; inançsızlıklarında inattan vazgeçip mutedil hale gelenler ve bu tehlikeyle geçici olarak baÄŸlılık duygularından bir kısmını yitirenler.” (Mevdudî, Tefhîmu’l-Kur’an, c. 4, s. 305.); Muktesid fiili, olumlu anlamda kullanılacaksa belki “içlerinden sadece bir kısmı doÄŸru yolu tutar.” manası seçilmelidir. Böylece bu ifadeyle asıl amacın hakikate inatla karşı çıkanların çokluÄŸunu anlatmak olduÄŸu anlaşılabilsin.

(6) Orta yol tabiri, “tek başına” olumlu bir anlama sahiptir. Dolayısıyla bu tabirden olumsuz (kötü) bir mana kastedilecekse bu bir tefsir/te’vil cümlesiyle açıklığa kavuÅŸturulmalıdır. Nüzul sırası itibariyle Lokman suresinden önce indirilen Fâtır suresinin 32. ayetinde de aynı muktesid (مُقْتَصِدٌ ) kelimesi ÅŸu ÅŸekilde geçmektedir: “Sonra Kitab’ı, kullarımız arasından seçtiklerimize verdik. Onlardan (insanlardan) kimi kendisine zulmeder, kimi ortadadır, kimi de Allah’ın izniyle hayırlarda öne geçmek için yarışır. Ä°ÅŸte büyük fazilet budur.” (Diyanet vakfı Meali). Ayette verilen ‘ortadadır’ tabiri anlamı tam olarak doÄŸru ÅŸekilde yansıtmamaktadır. Ayetin sonunda yer verilen “Ä°ÅŸte büyük fazilet budur.” (ذٰلِكَ هُوَ الْفَضْلُ الْكَبٖيرُ ) ifadesi, öncesinde sadece hayırda yarışanları içine alır. Bu durumda anlaşılan odur ki kelime burada da olumsuz anlamda doÄŸru ile yanlış arasında gidip gelmeyi ifade eden bir ÅŸaÅŸkınlığı dile getirmektedir.

(7) Hitabın “Ey Ä°nsanlar!” ÅŸeklinde olması, eÄŸer bunu deÄŸerlendirebilirlerse muhataplara kendilerini düzeltmeleri açısından bir lütuftur.

(8) Bu anlamda Allah ile aldatmak, aldatılmak veya aldanmak konusu, doÄŸru dürüst açıklanmadığı sürece muhatapları ve içeriÄŸi itibariyle yanlış anlaşılmaya müsaittir. Bu nedenle tefsir/te’vil cümleleriyle izah edilmeye muhtaçtır.

(9) Ayet, içindeki bütün konularıyla birlikte vahye karşı babalarının yolunu izlemekte inat eden müşriklere hitap eder. Onlar, Allah yolundan alıkoymaya çalışan kişilerdir. Zira onların Allah hakkında bilgisi, rehberi ve aydınlatıcı bir kitabı, yani delile dayanan ciddi bir bilgileri de yoktur. Hâlbuki Allah, geçmiş vahyin örneklerinde de tarihte de atalara/babalara saygıyı ihmal etmemiştir. Burada tek sorun şirk koşmaktır.

(10) Ä°man edip de güzel davranışlarda bulunanları cennetle ödüllendirmek Allah’ın verdiÄŸi gerçek bir sözdür. (8, 9); Dönüş Allah’adır ve o zaman yapmış olduklarınızı haber verir. (15); Yapılan iÅŸ bir hardal tanesi ağırlığında bile olsa onu karşına getirir. (16-19); Allah, geceyi gündüze ve gündüzü de geceye katar. GüneÅŸi ve ayı da buyruÄŸu altına almıştır. Her biri belli bir vadeye kadar hareketine devam eder. (29, 30); Allah’ın sözü mutlaka gerçekleÅŸir. (33)

(11) O, gökleri bir direk olmaksızın yaratmış, sizi sarsmasın diye yere de ulu dağlar koymuş ve orada her çeşit canlıyı yaymıştır. Gökyüzünden su indirip, orada her faydalı nebatı çift çift bitiren de odur. (10); Allah göklerde ve yerdeki bütün imkânları insanın emrine vermiştir. (20)

(12) O’ndan baÅŸkası hiçbir ÅŸey yaratamaz. (11); O’na göre bütün insanların yaratılıp diriltilmesi, bir kiÅŸinin yaratılması ve diriltilmesi kadar kolaydır. (28)

(13) Allah hiçbir ÅŸeye muhtaç deÄŸildir, her türlü övgüye lâyıktır. (12); Hamd, yalnız Allah’a mahsustur. (25, 26); Allah’ın sözleri (yazmakla) tükenmez. (27)

(14) Babaların üzerinde bulunduğu yolun nerede sonlanacağı belli olmaz. (21)

(15) Bknz: Zâriyat suresi, 20, 21. ayetler.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.